YAZARLAR

AKSAÇLI

Senede bir günmüş ve o da bugünmüş.
“Dünya Yaşlılar Günü.” 1 Ekim…
Nine ve dedeye denk gelen…
Yani artık bizzat kendimize…
“Güngörmüş” de denilen…
*** Her ne kadar huzurevlerinde iğne atsanız yere düşmez misali bir doluluk yaşansa da… Evlerin pencere önlerinde, salonlarda özel yerleri olsa da…
Sokakta, pazar yerinde, toplu taşıma aracında “beybaba, anne” diye karşılansa da… Yorgunlukla karışık bir mutsuzluk çöküyor üzerlerine…
“Bizim zamanımızda” ile başlayan sayısız cümle kurabiliyorlar. Ne çok şey biriktirmişler, anlatıyorlar anlatıyorlar…
*** Aslında herkesin geçeceği bir yol bu…
Tam da mevsimler gibi…
İlkbahar ve yaz çoktaaan bitmiş…
Biraz Sonbahardır yaşlılık, biraz da Kış…
Yaprak dökümü gibi bir şey, iliklerimize kadar üşüten…
Kar değildir saçlara düşen…
*** Yaşlı yani “aksaçlı” toplumun sigortası sayılır.
Yürüdüğü yolda bir huzur ki izah edilemez. Bulunduğu ortamda…
Konuşmalara daha bir dikkat edilir, oturuşa duruşa…
Bazen sözler “hooop” diye kesilince anlaşılır, aksaçlılardan biri yüzündendir olup bitenler. Ağzından çıkanı kulağın duysun yani…
Öyle gençsin mençsin diye sınırsız bir dünyada yaşamıyorsun.
Beyamcaya bak, anneye…
Sen yokken dünyaya hükmediyorlardı.
Bari onların yanında yakınında tut dilini.
İşte bu yüzden “büyüklerimizi saymayı” küçükken öğretirler bize…
Hürmet göstermeyi…
Aramak sormayı…
Hiç olmazsa onların yanında biraz daha dikkatli olmayı…
*** İnsan, büyük ailede doğup büyüyünce…
Nine, dede, amca, yenge ve kuzenler…
Kapı üzerinde kıvrım kıvrım koç boynuzu asılan…
Ahşap taş karışımı, kiremit örtülü eski evimiz bir okul gibiydi adeta…
Özellikle de “kara ocak” dediğimiz ateşin etrafını iskemlelerle çevirdiğimiz kış günlerinde… Dedemin seferberlik hikâyeleri…
Ninemin masalları, manileri, bilmeceleri…
Ellerimizin içi ısınınca üşümezdik nedense…
Bilmeceleri bilince, tekerlemelere dilimiz dönünce…
*** Aksaçlılar, zaman zaman sığınabileceğimiz bir limana dönüşürlerdi sanki…
Bir suç mu işledik? Fırça mı yiyeceğiz?
Dizlerinin dibinde bulurduk kendimizi…
Aile mahkemesi gibi bir şeydi yaşanan.
Çocukça anlatırdık ve karar verilirdi: “Bir daha olmasın, ben babanla konuşurum.
” Allah’ım!..
Nasıl da kuş gibi hafiflerdik?
Sonuçta, annemiz de babamız da çocuktu bir zamanlar.
*** Üç yıl önce yazmışız. “Bir Renk Eksik Hayatımızda…
” Her geçen gün bunu daha derinden hissediyoruz.
“Yaşlanıyoruz galiba…
” Abi iken baba, abla iken anne, baba iken dede oluyoruz kaşla göz arasında.
Yolculuk devam ediyor.
*** Değer verilen, sözü dinlenilen, birlikte yenilen…
Yolda karşılaşılınca tebessüm edilen…
“Merhaba” denilen…
Bir renk eksik galiba…
Siz hiç kalabalıklara dalıp gittiğinizde düşünür müsünüz, bilmem.
Son kaybettikleriniz aklınıza geldiğinde…
Hayat, bir film şeridi gibi geçer mi gözlerinizin önünden?
Bir hüzün kaplar mı içinizi, küser misiniz kendinize?
“Bir renk eksik hayatımızda…
” Ya da biz…
*** İyi ki toplumsal yapımız hâlâ sağlam.
Yaşlılarımız baş tacımız ve nerede olurlarsa olsunlar saygıyı hak ediyorlar.
Bazen toplu taşıma araçlarında sırf yer vermemek için gözler kapanıyor…
Ya da kitaba dergiye gömülüyorsa gençler…
Üzülmeyelim çünkü kötü örnekler her geçen gün daha da azalıyor.
Ülkemiz, yaşlılar için bir cennete dönüşür inşallah.
Senede bir gün değil, her gün…
Çünkü onlar, bulundukları ortamı güzelleştiriyorlar.
Hazır, teknoloji de imdadımıza yetişmişken…
Bir telefon kadar yakınlar.
Yaşlılar, bizim yaşlılarımız…
Arayalım, hal hatır soralım.
Selâm, saygı ve muhabbetimizi sunalım.
Devran dönüyor, sıra bizde artık.
Ne ekersek onu biçeriz, unutmayalım.
Sağlık ve huzur içinde yaşlanalım.

Bir yanıt yazın

× Bize Ulaşın!