YAZARLAR

SU İNSANI BOĞAR ATEŞ YAKARMIŞ

Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar, ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış

Türk Edebiyatının ustalarından…
Diyarbakır’da dünyaya gelen ve bu kentte adına bir müze yapılan Cahit Sıtkı Tarancı…
1951’de Varlık Dergisinde yayınlanan “Otuz Beş Yaş” şiirinde böyle diyor.
Nereden bilebilirdi 72 yıl sonra dedikleri gerçekleşecek.
Hem de doğduğu şehrin bitişiğindeki Adıyaman’da, Şanlıurfa’da…


Ülkemizi derinden sarsan 6 Şubat depreminden sonra…
Yine aynı coğrafyada yaşanan bir felaket daha…
“Adıyaman ve Şanlıurfa sele teslim oldu.”
Ekranlarda, sayfalarda ve sosyal medyada bu manşet vardı.
Araçlar sürüklendi, onca arazi sular altında kaldı.
Balıklı Göl gibi nice tarihi mekân da öyle…


Şimdi günah keçisi arıyoruz.
Birbirinden ilginç ve düşündürücü fotoğraflar
“Kim yaptı şu altyapıyı ya da yapmadı?”
Sorular sorular sorular…
Bitmez tükenmez suçlamalar…
Ne zaman ki günü kurtarmak için geçirdik aylarımızı, yıllarımızı…
Seçimlere dönük cafcaflı cümleler kurduk, açılışlar gerçekleştirdik…
Planlarla oynadık, projelerle…
Paris, Londra, Moskova, Berlin, Viyana, Roma seyahatlerimizden gördüklerimiz, öğrendiklerimiz uçup gitti ve bizler yine birer Şark Kurnazı’na dönüşüverdik…
Hemen hemen tüm yerel yönetimlerde benzer uygulamalar…
Parklar bahçeler, yollar köprüler…
“İyi de hani bunun altyapısı” diye günü gelir sorarlar insana…
Ya da depremde sallanınca, selde su altında kalınca anlarsın.
Bizdeki maalesef “Cilalı Taş Devri”…


Trabzon Büyükşehir Belediyesinin bu konuda ilginç olduğu kadar cesur bir girişimi oldu.
Şehrin içme suyu boruları yenilenince çıkan eski paslı boruları sergilemişler.
Hem de Taksim’de, halkın sel gibi aktığı güzergâhta…
“Bakın, yıllarca bu borulardan akan suyu içtik” dercesine…
Bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanı da aynı siyasi partiden olduğu halde…
Takdire şayan bir girişim ve örnek alınması gerekiyor.


Görevim gereği pek çok ilde çalıştım.
Hemen her şehri gezdim dolaştım.
Bilenlere sordum, yayınlarını takip ettim.
Bazılarının afet planlarını yakından görme, fikir beyan etme fırsatım bile oldu.
Daha çok “ Turizm Master Planı” ile ilgilenirken…
Pek çok şehrin “ Deprem Master Planı”nın sırf “yapılmış olmak için yapıldığını” anladığımda çok geçti artık. Ve acı gerçekle karşılaştık çünkü hazırlıklı değildik.
“Su insanı boğdu, ateş yaktı, deprem yuttu”.


Şunu kabul edelim artık.
“Altyapıya önem vermiyoruz.”
Saçımıza, elimize yüzümüze verdiğimiz değerin kaçta kaçını iç organlarımıza veriyoruz?
Elbise, ayakkabı, takılar, saç sakal fevkalade…
Bazen de dişler…
İçeriye bakalım biraz…
Midemize, kalbimize, ciğerlerimize…
Kafa nasıl? Kalbe kan taşıyan damarlar? Mideye gelen giden? Soluduğumuz hava?
Bu yaklaşım bizi süründürür, yerle bir eder doğal olarak.
“Sen nasılsan, şehrin de öyledir.”


Bazı sözler doğru olabilir fakat sorunun çözümünü daha da zorlaştırır.
“Deprem, ülkenin beşte birinde etkili oldu.”
“Mevsim istatistiklerinin çok çok üzerinde yağmur yağdı.”
Bu tür cümleler ancak günü kurtarır, seni kurtarır, onu kurtarır.
Ülkeyi kurtarmaz, köklü çözümlere kapı aralamaz.
Şüphesiz felaketin boyutları büyüktü…
Yağmur, hiç beklenmedik kadar fazla yağdı…
Yağdı da Allah aşkına biri çıksın da üstlensin ya şu öngörüsüzlüğü…
“Suçlu benim” desin.
“Suçlu benim.”
Fazla uzağa gitmeye gerek yok.
Komşumuz Yunanistan’da yaşanan tren kazasında 57 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından Ulaştırma Bakanı Kostas Karamanlis istifa etti. Hem de “haksız yere ölen insanların anısına istifanın bir -görev- olduğunu” söyleyerek…
Bize dönersek…
Depremdeki kaybımız 48 bini aştı…
Adıyaman ve Şanlıurfa’yı sel aldı, 17 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Ne yazık ki hâlâ onca insanın anısına istifanın bir “görev” olduğunu hatırlayan çıkmadı.


Sözün özü hepimiz suçluyuz.
Yeni bir sayfa açmadan, yeni sözler söylemeden, yeni şeyler yapmadan yine havanda su dövmüş olacağız.
Yine depremlerde binlerce vatandaşımızı kaybedeceğiz.
Yangınlarla ve sellerle boğuşacağız.
Siyasi yaklaşımlar ne olursa olsun, bu kafayla olmuyor.
Yasa ve yönetmeliklerle keyfi şekilde zırt pırt oynanmamalı.
Devlet, yeri geldiğinde demir yumruk gibi inmeli uygulamayanın kafasına.
Kim olursa olsun, taviz vermemeli, yasayı delmemeli.
“Dere yatağına, tarlaya ev yapma” diyorsa mevzuat, yapmamalı.
Altyapıda kurallar konulmuşsa bire bir uygulanmalı.
Yoksa her sel, deprem ve yangın felaketimiz olmaya devam edecek.

Bir yanıt yazın

× Bize Ulaşın!