GÖZ HAKKI
Elli yaş üzeri olanlar iyi bilir…
Diğerleri de eski filmlerle hikâyelerden romanlardan hatırlar mutlaka. Her şeyin bir adabı vardı. Öyle göstere göstere doldurulmazdı fileler.
Bakkaldan manavdan alınanlar kese kağıtlarına konulurdu ki canı çekmesin kimsenin. O kese kağıtları ki köyümüze gelen ‘günsüz gazete’ sayılırdı. Haberler, fotoğraflar ve ilanlar dikkatimizi çeker, aylar yıllar sonra da olsa farkına varırdık olup bitenlerin.
*** O zamanlar ne gezer “market”?
Alamancı tanıdıklarımız anlatırdı da duyardık. “Büyük bakkal” gibi bir şey canlanırdı gözlerimizin önünde, o kadar. Aradan yarım asır geçince eşitlendi dünya…
Nerede ne varsa, reyonlarda raflarda…
Tropikal ürünler mi ararsın yoksa piyasaya yeni sürülen araç gereçler mi? Hem, büyük marketler ve alış veriş merkezleri, aynı zamanda gezi güzergahı gibi oldu. “Şöyle bi uğrayayım, ne var, ne yok” diye…
Ve bir şey daha oldu bu arada… Kıyasıya bir bakkal-market savaşı… Galibi belliydi ve adına “zincir” denilen marketlere yereller de eklenince bir rengimiz daha yok olmak üzere…
Bir de alış veriş ahlâkımız…
*** Bir ara yine bu köşede “Tunca/Saklı Cennet” diye bir röportajımız olmuştu. Rize Ardeşen’e bağlıydı.
Tunca ve orada ‘göz hakkı’nın ne olup olmadığı daha güzel anlaşılıyordu. Yol kenarındaki meyve ağaçlarından üçer beşer tane alabilirdiniz.
Hatta yanından geçerken, armut toplayan hanımefendi bize göz hakkı diye ikram etmişti. Karadeniz’de, ülkemizin hemen her yerinde böyleydi aslında. Bahçesinin girişine “Bu bahçeden her türlü meyve yemek helâldir” diye tabela asanları da gördü bu gözler…
Göz hakkı, malı mülkü az olanların daha çok gözettiği bir şey sanki. Hani “Tanrı misafiri” dediklerine kapısını sofrasını açmalar…
Meyve mi toplamış, komşuya köylüye, gelip geçene ikram etmeler… Çocuklarına torunlarına ayakkabı mı almış, elbise mi?
Birkaç yoksul çocuğu da gizlice sevindirmeler…
*** Biz, ‘gözyaşı medeniyeti’nden geliyoruz. Vicdan ve merhametle yoğrulmuş hamurumuz. Bir sofraya bakarız, bir de o sofraya oturanın üstüne başına…
Ötesi, bir şekilde hallolur zaten. Ve sana bana sorulacaktır mutlaka: “Kan bağı ile bağlı olduğun ya da olmadığın insanlar için ne yaptın?” Bu dünya “Rabbena hep bana” dünyası değil.
Tamam, elimiz daha çok ağzımıza ve cüzdanımıza gidiyor. Adımlarımız da işimize gücümüze, evimize barkımıza…
İyi de biz ne ara bu kadar bencil olduk? Fakiri fukarayı unuttuk, hastayı, yetimi…
Biz, iyileşirken güzelleşirken…
Geçtiğimiz yolları, bulunduğumuz ortamları da iyileştirelim, güzelleştirelim.
*** Buyur etmek de ‘göz hakkı’ndan kaynaklanıyor. Yemek yerken, çay kahve içerken..
. Hani o meşhur atasözümüz hep çınlar kulaklarımızda…
“Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” Tam da böyledir aslında fakat abartmamak gerek. Hele de bu acımasız kent hayatında!?
“İn midir, cin midir” diye şüphelenirsin doğal olarak.
*** Askıda ekmek güzeldi.
Askıda gazete, dergi…
Askıda çay, yemek…
Bugünlerde bazı marketlerde çok güzel hareketler sergileniyor. Etik olarak isimlerini yazmak mümkün değil ama onlar biliyorlar…
Bu jeste bizzat tanık olanlar da…
Neymiş efendim: Göz hakkı…
Sosyal medyada rastlayınca nasıl mutlu oldum, anlatamam. Hani alan var, alamayan var. Özellikle de meyveler…
Buralarda henüz bahar bile gelmemişken…
Ta nerelerden getirilmişler ve cüzdan yakan türden hemen hepsi de…
Öyle çantalar dolusu değil ama olsun. Tadımlık, birkaç tane alınabilecek reyonları özene bezene hazırlamış bazı marketler. “Çocuklar İçin Göz Hakkı Reyonu…
” Bence, ilk başlatan market, ilgili federasyon tarafından “Yılın Ödülü”nü çoktaaan hak etmiş bile…
İpe sapa gelmez onca ödülün verildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. “Göz hakkı” denilen ve zaten özümüzde de var olan bir hakkı tutup baş tacı eden güzel insanlara selâm olsun.
Biliyoruz ki bu bir “gönül alma”… “Ödül alma” değil.