DUYSAN DERT, DUYMASAN DERT
Gökteki bulutların yere indiği bir gündü sanki…
Göz gözü görmüyordu tipiden…
Kurtlar da çıkabilirdi çünkü dumanlı havayı severlerdi.
Birden duyduğumuz sesle kendimize gelir gibi olmuştuk.
“Sesume gelun.”
Kaybolan koyunlar bulunmuştu demek…
*** Ne zaman biri duyma sorunu yaşasa…
Denizden duştan sonra…
Ya da herhangi bir sebepten dolayı…
Sazın Düzü’ndeki “sesume gelun” sözleri yankılanır kulaklarımda.
Ve bir kez daha anlarım sesin ne büyük bir nimet olduğunu…
*** Nihayet ben de tanıştım o sessizlikle…
Öyle çok koyusundan olmasa da…
Sesinizi yükseltmediğinizde dudak okumaya çalıştığım, kendimce anlamlar yüklediğim birkaç günlük bir süreç işte…
Hani Hoca’nın deyimiyle “ağaçtan düşen” birini ararsınız ya…
Bi baktım, çevremde aynı sorunu yaşayanlar az değilmiş.
“Geçer” dediler de biraz rahatlar gibi oldum.
*** Kapılar öyle sessiz öyle sessiz ki…
Fakat en çok da sabahleyin kuş cıvıltılarını duyamadığımda üzülmüştüm.
Hemen her sabah o muhteşem orkestrayı dinlemeye doyamazken…
İşte tam da o sabah büyük bir sessizlikle karşılaştım.
Sadece “karatavuk”ları duyabiliyordum.
Onlar da öylesine cırtlak bir ses çıkarıyorlardı ki duymamak mümkün değil.
“Buna da şükür” diye fısıldadım boşluğa.
*** Bayram kalabalıkları çok sesli olur.
Gelenler gidenler, çoluk çocuk…
Bazen her kafadan bir ses…
Kulağınızın dibinde olsalar da “tam anlamadım” dediğinizde…
İlkinde “gürültüden olsa gerek” diyerek bir kez daha tekrar ederler ama…
Bu “anlamadım” fasılları çoğalınca…
“Ne oldu, bi problem mi var?
” Anlatırsınız durumu…
Kim bilir belki de anlatamazsınız.
*** Sonunda herkes gibi duyabiliyordum, çok şükür.
Sesler geri gelmişti.
Kuşlar, kapı sesleri, rüzgâr…
Denizin dalgası, konuşmalar, bazen de bağırıp çağırmalar…
Ne kadar da gürültülüymüş dünya?
Sesinizi duymak isteyene bir fısıltı yetse de…
Duysan dert, duymasan dert…