BİR KÖPEĞİ OLMALI İNSANIN
Sordum sosyal medyaya… “Böyle bir şiir var mı” diye… Yokmuş. Çıka çıka Füsun Atalay’ın “Bir Kedisi Olmalı İnsanın” çıkınca karşıma… Anladım ki kediler içten fethetmişler kaleyi. Edebiyata sızmışlar, şiir olup dizelere dökülmüşler. Bir kedisi olmalı insanın Sevdiği kendi evlâdı gibi Yokluğunda onu bekleyen Ayrı iken okşanmayı özleyen Akşamları dizlerine yerleşip Kürkten battaniye gibi ısıtan Minnet yüklü gözlerini süzerek Kalbinin derinliklerine sızan.
*** İnsan, köyde büyüyünce… Ahırda kümeste, kulübede isim isim çağırdığı onlarca hayvanla adeta birlikte yaşayabiliyor. İnekleri beklemekle kalmıyor, çayır biçiyor ve taşıyorsunuz. Tavuklara yemlerini atıyor, köpeğinizle yarışıyorsunuz. Bir de evin kedisi var, doğal olarak. Post onun, köşe onun, yemek yediğimiz sininin altı onun… Taş duvarlarda mimarlık şaheseri olarak tanımladığım kuş yuvalarına da ayrı bir parantez açmalı. Her yıl hiç sektirmeden gelen yalı kuşları ve serçeler de aileden sayılırdı.
*** “Bir köpeği olmalı insanın” diye mırıldandığımda onunla oynuyordum. “O” derken Bulut’tan bahsediyorum. Bizim torunlar Ela ile Deva’nın adını koyduğu… Aras’ın ise fikrini pek beyan etmediği fakat hepimizi güldüren merasim gibi bir şeydi yaşadığımız. Derken, bir adı vardı artık. Beş yavrudan siyah olmayanı, diğerlerinden daha mı güçlü ne? Ya da bana öyle geldi. Çok sevimli, rengi kirli beyazdan sarıya doğru döndüğünde aslan yavrusunu andıran bir havası vardı.
*** Sabahları daha erken kalkıyordum çünkü ‘Bulut Turu’ başlaması gerekiyordu yoksa kurulmuş saat gibi havlıyordu ve ona kıyamazdım. Japon balıkların olduğu kurnanın yanından geçiyor, veranda ve güverte derken yarım saatlik bir turun ardından mamasını yiyor, suyunu içiyordu. Yavru köpeklerle ilgili “nasıl büyütmeliyim” dercesine kitaplar karıştırırken… Sosyal medyada dolaşırken… Pek çok arkadaşımdan, öğrencimden de videolar gelmeye başlamıştı.
*** Ufacık tefecik bir şey. Şana Taka Kütüphane’ye gelenlerin de gözdesi oldu kısa süre içinde. Sırf onu görmeye gelenler bile oluyor. Konukların eteklerini ve paçalarını çekiştirmeyi seviyor, onlarla oynamayı. Bu ara çok korkutuyor bizi, sürekli hareket halinde olduğundan birinin ayakları altında kalabileceği endişesine kapılıyoruz. Birkaç küçük kaza ile atlattık, çok şükür.
*** Bir köpeği olmalı insanın… Ve onu yavru iken alıp büyütmeli. İnsanın en iyi dostu olması boşuna değil. Sizin gelişinizi dört gözle bekliyor, bahçeleri ve yolları güzelleştiriyor. Gözleri gözlerinizde, “gel” diyorsunuz geliyor. Hepsinden önemlisi hemen her gün size farklı bir gösteri sunuyor. Sizi sevdiğini hissettiriyor, özlediğini… Kısacası onunla geçen zamana üzülmüyorsunuz. Uzak kalınca aklınıza geliyor, “şimdi ne yapıyor, aç mıdır tok mudur” diye düşünüyorsunuz. Bizler gibi yıllarca devlet hizmetinde bulunduktan sonra emekli olanlara… Memur, amir, mevzuat üçgeninde kabuk bağlamış yaralara çok iyi geliyor. Hayal kırıklıklarına, çıkara dayalı ilişkilere son veriyor.
*** Önce köpeği… Ardından da kediyi evcilleştirilmiş insan. Binlerce yıl içinde birbirlerinin en yakın dostları olmuşlar. O kadar ki Will Rogers “Eğer cennette köpekler yoksa öldüğümde onların olduğu yere gitmek istiyorum” demiş. Eğer imkânınız varsa… Köyünüz, bahçeniz, eviniz uygunsa… Bir köpeğinizin olmasından daha güzel ne olabilir ki? Bir köpeğinizin daha olması.