YAZININ YAKALANIŞI
Çok şey yazmak isterdim aslında…
Salgın günlerinin nasıl geçtiğini?
Sağlık çalışanlarını…
Kepenkleri kapalı esnafı…
Eğitimi, ulaşımı…
“Tam kapanma mı olsun yoksa…
” şeklinde sürüp giden tartışmaları…
Ve kural dinlemeyenleri…
Elinin ayağının freni olmayanları…
Ağzına fermuar çekemeyenleri…
*** Bir buçuk yıl önce başlamıştı hikâyesi…
Yarasalardan insanlara geçtiği söylenmişti. Gerçi hemen hepimiz kuşku ile yaklaşmıştık. O kadar ki…
Dönemin ABD Başkanı Trump da “Çin Virüsü” koymuştu adını. Şuydu buydu derken artık kimse şaşmıyor Covid-19’dan…
*** Salgın ateşi düşmeyen köy, kasaba kalmadı. Günlük tablo ve bölgesel haritalar derken…
Sağımızda solumuzda kim varsa salgına yakalanınca endişelenmedim değil. İyice yaklaşmıştı yaklaşmakta olan…
Aşılı olduğumuza birazcık güvensek de… Bir tereddüt hasıl olunca test yaptırmaya karar verdik. İlki negatif çıkmıştı fakat “köy hali”…
Bayram seyran, gelenler gidenler, bağ bahçe işleri…
“Temaslısınız” dediler ve başladı on günlük karantina…
Bu kez pürdikkat kesilmiştik. Maske, mesafe ve hijyen, daha bir öne çıkmıştı sanki.
*** Tam da karantina bitti bitiyor derken…
İkinci test “pozitif” çıkmaz mı?
Korktuğumuz başımıza gelmişti.
Aşı da tam korumuyormuş demek. “Şundan geçti, hayır ondan” kritiklerinin hiçbir yararı yoktu artık. Biz de katılmıştık kervana…
*** Sağlık sistemimiz iyi çalışıyordu. Bunu görmek için hastalanmak gerekmiyor ama hastalanınca daha iyi anlıyorsunuz. İlâçlarınız verilmiş…
Hemen her gün Yomra’dan arıyor doktorumuz. Bazen de Trabzon merkezden…
“Bugün nasılsınız, var mı şikayetiniz” gibi… Genel durumumuz iyiydi ve eşimle birlikte öyle kayda değer bir şikayetimiz yoktu.
*** Bu, yeni bir fasıldı ve tam da hazır sayılmazdık. Birileri, sizin gibi milyonlarca insanı arıyor ve “bugün nasılsınız” diye soruyordu. Genelde bu soruyu hep siz sorardınız ya…
Göreviniz gereği ya da pozitif kişiliğinizden…
Şimdi size soruyorlardı. Vatandaş olarak “değerli” olduğunuzu hissettiren bir şeydi.
*** Bugün tam altı gün olacak. Bir an önce bitsin de şu çiçeklerle ilgileneyim, domateslere şöyle bir sekil vereyim diye adeta kendimle savaşıyorum. Yeni gelen kitapları yerleştirecektim raflara…
Sonra, bekleyen ne çok yazım vardı öyle…
Derken bir hüzün çöktü üstüme. Her şey nasıl da yarım kalırdı ve asla kurtulamazdınız. Sosyal medyaya bakıyorum, yeni bir kurban daha vermişiz Covid-19’a…
Yanımızdan yakınımızdan…
Bir bir göçüp gidiyoruz işte…
Tartışmalar, sataşmalar, kavgalar sona erecek. Mal mülk ne varsa hepsi bu yakada kalacak. Ve kuş gibi uçup gideceğiz ötelere…
Bahçeye iniyorum, kara üzümlerin tepelere kadar sardığı meşe ağacının altında bir süre oyalanıyorum. Deniz rüzgarıyla hafifçe salınırken yapraklar…
Radyoyu açıyorum, duygularıma tercüman oluyor sanki. Değer mi hiç *** Konuştuğumuz şeylerin, incir çekirdeğini doldurmadığını düşünüyorum. Her geçen gün tanınmaz ve anlaşılmaz hale geldiğimizi…
Güvertedeki büyük balık masanın başında yükselen manolya fidanı boyumu aşmış. Az ötedeki ekmek ayvası ve kızılcık fidanları da öyle. Mimoza ve ağaç kavunu ise almış başını gitmiş zaten. Tam da o anda dank etti. “Başkaları büyürken siz küçülüyorsunuz.
*** Sevgili okurlarım, Hastalık beni yakalamıştı, ben de yeni köşe yazımı…
TV ekranlarına dalıp gittim bir süre…
Sosyal medyada dolaştım, başka bir şey yazamazdım artık. Hastalık, adeta “beni yaz” dercesine ayağıma gelmişti. Mor salkımlı akasyanın yanındaydım ve ayaklarımın altında ezilen yabani nanelerin kokusunu alabiliyordum.
“Allah’ım!.. İyileşiyorum” diye sesimi yükseltmişim nedense…
Sağıma soluma bakındım, kimseler yoktu. Telefonum çaldı, açtım, Yomra’dan arıyorlar. “Bugün nasılsınız?”
*** Salgın döneminde cansiperane şekilde görev yapan sağlık çalışanları başta olmak üzere…
Komşuları için yemek yapan…
Kapısının önünden geçerken “bir ihtiyacınız var mı” diye soran…
Ve bir telefon kadar yakın olan güzel insanlara selâm olsun. Bu dünya, siz varsınız diye dönüyor.
Yüce Rabbimiz, sayınızı arttırsın. Ayağınız taşa değmesin.