PİJAMALI BAŞKAN
Ne zamandır bu geziyi bekliyorduk.
Süleyman, Hayrettin ve ben…
Kuzey’den Doğu’ya bir yolculuk olacaktı bizimkisi.
*** Bu yolculuklarda bol bol konu çıkıyordu bana da…
Baraj mı yazsam yoksa tarih mi?
İlginç hayatlar, başarı hikâyeleri, yöresel tatlar…
Derken ömrü taşınmakla geçen bir yerdeydim artık. Yusufeli…
Hani şu yedinci kez taşınma arifesindeki ilçe.
Belediye Başkanı Eyüp Aytekin’e uğrayıp kendimi tanıtınca…
Çay kahve faslının ardından…
Çalışmalarını özetledi…
Baraj manzaralı olacak yeni yerleşim yeri hakkında hazırlanan videoyu izledik.
Belediye kültür yayınlarından takdim etti ki şaşırmadım değil doğrusu…
Unutulmuş bir köşedeydi Yusufeli fakat pek çok ilin bile geç kaldığı türden eserler üretmişlerdi.
Şana Taka Kütüphane’de Bölgesel Yayınlar Bölümünde yer alacaklardı.
Tadına doyulmaz bir sohbet…
Gazetem için yine bir baraj yazısı ve taşınma hikayesi…
Ve kültür yayınlarıyla dönüyordum başkanın yanından…
*** Hiç tanımadığım bir belediye başkanı, ilçesi için bu denli çırpınır…
Köşe yazısı için bolca malzeme verirse…
Tanıdıklarım neler yapmazdı ki?
Bu düşüncelerle yolumuza devam ettik.
Anlata anlata bitiremedim.
Derken, biz yolları şaşırmayalım mı?
Kısa ve kestirme niyetiyle girdiğimiz yol, adeta bir köy yolu çıkmasın mı?
Geri mi dönsek yoksa…
Tam bu sırada aklıma geldi.
Tanıdığım bir belediye başkanı vardı buralarda.
Ankara’da çok sık olmasa bile bir araya geldiğimiz…
Entelektüel sayılabilecek biri…
En azından ben öyle tanımışım.
Telefon açtım, önce kendimi tanıttım ki belki unutmuştur filan…
Unutmamış, bu iyiye işaretti.
Yolda olduğumuzu, uygunsa bir uğrayıp çayını içebileceğimizi anlatmaya çalıştım.
Belediyede olduğunu ve beklediğini söyleyince devam ettik yolumuza.
Devam ettik de…
Yanlış yoldan gidince uzadıkça uzadı yol…
Neyse biz de lâfı uzatmayalım, ilçe girişine geldiğimizde son kez aradım.
“Başkanım tekrar merhabalar, biraz geciktik ama şu anda ilçe girişindeyiz.
” Ses tonu değişmişti, soğuktu yani.
“Ben, belediyeden çıktım, eve geldim, pijamalarla oturuyorum.”
Belki bir iki cümle daha kurdu ama hiç de görüşecek kıvamda değildi.
Yol kontrol noktasındaki polislere “belediye başkanının misafiriyiz” demiştik de demez olsaydık keşke.
Ta nerelerden geliyorduk ve hazır gelmişken belediye başkanının faaliyetleri de gazetemize yansısın istiyorduk.
Saat akşamın yedisi olmuş ve uygun değilmiş.
Mesai beşte bitiyordu ve işin özeti buydu.
Topu topu iki saat gecikmiştik, yolları karıştırmıştık fakat zaman zaman bilgi akışını da ihmal etmemiştik.
“Başkanım, şuradayız, yaklaştık…”
“Bekliyorum.” Biz de mademki hâlâ bekleniyoruz, devam etmiştik yola…
“Pijamalarla oturuyorum.
” Gelmeyin yani…
Oysa gelmişiz ve avuç içi kadar ilçede başkanla görüşmemize ramak kalmıştı.
Üzerimize soğuk sular döküldü sanki.
Ben ki yol boyunca “şöyle pozitif biri”…
Yok efendim sanatçı kişiliği filan…
Çok şey katacak ilçesine…
Derken düştüğümüz hale bak.
Belediye binasında görüşeceğimizi bile bile…
Mesai bitmiş, biraz beklemiş ve gün kararmak üzere iken evine gitmiş.
*** Yine aynı polislerin yanından geçtik.
“Belediye Başkanının misafiriyiz” diye durumu özetlemiştik ya…
İlçeye girişimizle çıkışımız aynı anda olunca tanımamaları imkansızdı.
Biz, başkanın misafirleri olmayabilirdik ve hiç hesapta yokken bir sorgulama faslında bulabilirdik kendimizi…
“Hemen döndünüz!?
” Ne cevap verebilirdik ki?
“Başkan evde yok” desek…
Bazen “yer yarılsa da içine girsem” dediğiniz anlar olur ya…
İşte tam da o haldeydim.
Nasıl mahcup olduğumu anlatamam.
Bir daha bu konu hiç açılmasın istedim.
Açılsa, kapansın diye kestirip attım öylece…
Fakat aynı üçlü tam bir yıl sonra buluşunca…
Söz, döndü dolaştı…
“Pijamalı Başkan” konusu ister istemez yeniden gündeme geldi.
Bu kez nedense kapansın istemedi canım.
Aslında ne zamandır yazmak isteyip de havuzda beklettiğim yazılardan biriydi.
Tarihe kayıt düşmenin de tam zamanı…
“Pijamalı Başkan.”