MİMOZANIN TEPESİ
Henüz iki yıllık bir fidan olmasına rağmen boyu beş metre civarındaydı.
Demek ki sevmişti toprağını. Güneş üzerine doğup batıyor gibiydi.
Fakat böyle devam ederse yakında kütüphane yüksekliğini aşacaktı ki…
Bu, hiç de iyi olmayacaktı.
Hem deniz hem de dağ rüzgarlarına dayanamazdı ve…
Zarar verebilirdi Şana Taka’ya…
*** Mimoza…
Henüz küçücük bir saksıda dal budak olurken…
Yine bir Ağustos gününde dikmiştim şimdiki yerine.
Kurumasın diye de büyük bir karton kutuyla korumaya çalışmıştım.
İşe yaramıştı ve atlatmıştı o zor günleri…
Destek olsun diye yanındaki fındık dalına attığım çentiklerde nasıl hızla büyüdüğünü görebiliyordum
. *** Mimozayı başka bir yere taşımak istemiyordum.
Kışla ilkbahar arasında hayal edebiliyordum onu…
Altın sarısı çiçekleriyle nasıl da güzelleştirecekti burayı?
Hele hele de kar yağmışsa…
Fotoğraf karelerine yansıyacak…
Uzaktan yakından bakanların gözlerini kamaştıracak kadar…
Manolya ve ağaç kavunu gibi yapraklarını dökmeyen diğer fidanlarla güverteye ayrı bir renk katacaktı
. *** Bugün bu iş tamamdı artık.
Fakat bütün mesele mimozanın tepesini kesebilmek…
İncecik upuzun fidan…
Çıksan çıkılmaz, merdivenle dünyada olmaz.
Eğsen büksen kırılır, dayanmaz.
Sabah sabah bahçede şöyle bir dolaşıyordum ki o da ne?
Gözlerime inanamadım çünkü mimozanın tepesinin yerinde yeller esiyordu.
Filizkıranlar olmalıydı.
Bizim buralarda yeni yeni türeyen kelebekler…
Zaman zaman ağaç kavunu, ayva ve akasyaların filizlerine üşüşürlerdi.
Demek sıra mimozadaydı ve tam da istediğim yerden kesilmişti tepesi.
İyi de nasıl olmuştu?
Düşüncenin gücü müydü yoksa kelebeklerin işi mi?
Kafam karıştı doğal olarak.
“Dert ettiğin şeye bak, istediğin oldu ya” gibilerinden sözler de kâr etmedi.
Gerçi ne zamandır aklımdaydı fakat akşamdan karar verip, sabahleyin de fidanın yanına gittiğimde…
Çok tuhaf bir şeydi.
Öyle olmasını istemiştiniz ve olmuştu.
*** Aradan üç gün geçmesine rağmen “mimozanın tepesi de tepesi”…
Kimi görsem anlatmak istiyordu canım.
Öyle geçiştirilecek sıradan, basit bir şey değildi. Hayat, bize her gün yeni bir sayfa açıyor ya… Yeni sürprizler…
Olmasını istediğimiz onca şeyin listesini tutsak köyden şehre yol olur herhalde…
Olmamasını istediğimiz şeyler de…
Fakat bugünlerde Karadenizlinin kafasında iki şey olmalı.
“Biraz güneş görelim de fındıkları kurutalım.
” Ya da “Trabzon’da elimizden kaçırdığımız Roma’yı Roma’da yakalım.”