DİRVANA
TÜRKÜSÜ OLAN KUŞ Asıl adı ‘kumru’ymuş.
Karadeniz’in ‘Türkü Anası’ Cemile Cevher tarafından 1952’de Trabzon’da derlenince…
Sanki sadece bizim kıyılarda uçar olmuş.
*** Tam da bugünlerde…
Tarla bellemeyi, türküler eşliğinde bir şenliğe dönüştürürdü bizimkiler.
Gömlek kolları kırılır…
Boyunlara mendil bağlanır…
Terler şıpır şıpır damlarken türküler de seslendirilirdi…
Sanırsın ‘Yurttan Sesler Korosu’…
Bizim görevimiz testilerle su taşımak, molalarda bakır maşrapalarla sunmaktı.
Fındık bahçeleri arasında, kıvrıla kıvrıla uzanan patikalarda koştururken…
Mısır ekimi öncesi bellenen toprağa üşüşen dirvanalarla karşılaşırdık.
Bir keresinde dersimiz kuşlardı sanki.
“Bu hangi kuş, bu, bu?”
“Serçe, yalı kuşu, Mustafacık, yaşmakçı, kise, karga, doğan” derken…
“Bu hangi kuş?”
“Türküsü olan kuş” demişti bir arkadaşımız.
O gün bugündür aklımda öyle kalmış.
Bölgemizin medarı iftiharı Cemile Cevher de söylüyorsa…
*** Şimdi düşünüyorum da…
“Dirvana vurdum uçti Tuyi tarlaya düşti”
Uçtuğuna göre dirvana ölmemiş demek.Hem zaten eti de yenmez bizim buralarda…
*** Yine geldi ‘Dirvana Mevsimi’.
Çocukluğumuzdaki gibi dereden tepeye kadar olmasa bile…
Tarla belleme işini bu kez makineler devralmış.
Belki de onca gürültüden yaklaşamıyor dirvanalar.Hem yaklaşsalar bile adlarını bilmiyor çocuklar.
*** Dirvana ya da kumru…
Aslında aşkın ve sadakatin simgesi…
Boşuna literatüre ‘kumrular gibi’ geçmemiş…
Fakat biz bilmezdik böyle olduklarını.
Hani “bahar, toprak, bereket” deseler anlardık.
Oysa mitolojide yerini alan…
Ve bizzat aşkın karşılığı olan bir kuştan bahsediyoruz.
*** ‘Korona Günleri’nde…
Bir trafik kazasında kaybettiğimiz Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Ahmet Haluk Dursun Hocamıza aitbir kumru hikayesini paylaşmak istiyorum.
Yani dirvana hikayesi…
Bir zamanlar Topkapı Sarayı Müdürü iken…
Çalışma odasında karşılaşır kumrularla…
Açık pencereden girmişler ve avizenin üzerinde yuva yapmışlar.
Olup bitenleri sessizce izlemiş
. Bakmış, olacak gibi değil.
Odasını kumrulara terk edip, daha küçük bir odaya geçmiş.
Bir TV çekimi için saraya gelen Savaş Ay…
“Hocam, niçin bu küçücük odada oturuyorsun” diye sorunca hikâye ortaya çıkmış.
İstemeye istemeye durumu özetlemiş Ahmet Haluk Dursun Hoca…
Savaş Ay, “Hocam, ne olur göster şu yuvayı bana” dedikten sonra büyük odaya geçmişler.
Fazla kalmamışlar, ünlü televizyoncu birkaç kare fotograf çekmiş sadece…
Ve haber patlamış! Ankara’dan arayan arayana…
“Derhal makam odası açılsın, saray perişan olmuş görüntüsü verilmesin.
” Hemen telefon açmış Savaş Ay’a, “Üstad sen ne yaptın” diye çıkışır gibi olmuş.
“Hocam, bu kadar güzel malzeme buldum, yazılmaz mı Allah aşkına?
” Savaş Ay, olup bitenleri heyecanla dile getirmiş.
Gazetedeki toplantıda herkesin Ahmet Haluk Dursun Hoca’yı ayakta alkışladığını anlatınca…
“Sadece gazete değil, sayende Ankara da ayağa kalktı” demiş.
*** Arada kalmış, ne yapacağını düşünmüş bir süre…
Odayı açsa, kumru yuvası dağılacak.
Açmasa, kendisi makamdan olacak.
Kumrular da yuvasından…
Arayan arayana…
“Makam odanıza geçin.
” Hoca, kararını vermiş sonunda…
“Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın.”
Ertesi gün yuvayı bakmaya gitmiş ki ne görsün?
Yuva yerinde fakat kumrular yok.
Sanki durumu hissetmişler gibi sessizce çekip gitmişler.
Bir daha da hiç gelmemişler.
“Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın” diyenlerin de hiçbiri makamlarında kalamamış.
“Muhakkak ki biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz.
Kuşlar ise hep sevmeye, uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek” diye bitirmiş hikayesini…
Nur içinde yat Ahmet Haluk Hoca…
Kumru başka nasıl anlatılabilir ki? Ya da Dirvana?
‘Türküsü olan kuş’