ŞEHİR VE İNSAN
İtalya’da Floransa ne ise Türkiye’de Trabzon da odur. Bölgemizin ve ülkemizin başarılı sanatçılarından Ceyhan Murathanoğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Ganita’ya bakan atölyesinde… 77 yıllık ömre bir yolculuktu bu. Biraz spor, biraz sanat, biraz da siyaset… Tablolar, renkler ve kursiyerler arasında öteden beriden konuştuk. Yurt içinde ve yurt dışındaki koleksiyonlarda eserleri olan büyük bir usta… 26’sı kişisel olmak üzere çok sayıda karma sergide sanatseverlerle buluşmuş. “Sanatçının emeklisi olmaz” diyebilecek bir enerjiyle devam ediyor yoluna… Trabzon’un, Karadeniz’in ve Türkiye’nin Ceyhan Abisi… Bahaettin Kabahasanoğlu: Üstadım evinizde atölyenizde ağırladığınız için okurlarım adına çok teşekkür ediyorum. Siz, bir duayen olarak çok sevildiniz bu kıyılarda… Sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Çocukluk yıllarınız ve sanat adına ilk hatırladığınız şeyler…
Ceyhan Murathanoğlu : Çocukluğum Ganita’da geçti. Şimdi yerinde yeller esen yarım dönüm civarında bir alana yayılan büyük bir evimiz vardı. Bazen öyle dalgalar olurdu ki kapıyı kırar, içeri girerdi. Resmi sevmemde bu geniş sahilin çok etkisi var. Dalga çekildiğinde kumsal adeta bir tablo olurdu bana. Martı kanatları ile kumsalın üzerine resimler yapardım. Karabatak, martı, bayrak, cami, çocuklar derken yeni bir dalga gelir, yaptığım resmi silerdi. Çocuk aklımda dalgaları tekmelerdim, “niçin tablomu sildin” diye… Tekrar çizerdim, tekrar dalgalar… Bu böyle sürüp giderdi. Herkesin kurşun kalem ve kağıttı malzemesi, benimse martı kanatları ve kumsal… Bu yüzden tüm resimlerimde deniz ve martı var. İnsan doğduğu büyüdüğü topraklara göre şekillenir, kendi renklerini bulur. Sergilerde bana kullandığım renklerin nereden geldiğini soruyorlar. “Bu morlar nedir” diye sormuşlardı. “Trabzon’un mor menekşesinden” diyorum.
“Ya Sarılar?” “Lahana çiçeğinin sarısından…” “Griler?” “Trabzon gri bir yer, sisli yağmurlu…” Bahaettin Kabahasanoğlu: Deniz kıyısında büyüyen bir çocuk olarak daha fazla anlatacaklarınız olmalı. Ceyhan Murathanoğlu: İnsan Ganitalı olunca (burada derin bir nefes alıyor)… Tüm oyunları oynardık. Yüzme yarışları yapılırdı, katılırdım, çok sayıda ödülüm var. Geçenlerde rahmetli olan Altay Eyüboğlu Abimiz yaptırırdı yarışları. Ve onun abisi Ferhan Eyüboğlu… Mahallemizin müthiş insanlarıydı onlar.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Ganita’daki evinize ne zaman yerleştiniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Biz daha önceleri Ortahisar’da Şirin Hatun Mahallesi’nde yaşamışız. Ailem muhacirlikte Ordu’ya kadar gitmiş. Babam Adil Murathanoğlu, o zamanlar 12 yaşlarında… Ruslar çekilince ailem geri dönmüş ama evimiz yanmış yıkılmış. Bizimkiler de Ganita’ya yerleşmişler. Ben Ganita’da doğdum. Bu muhite bizimkiler hayat vermiş. Babam, Ali Amca, Mehmet Salih Amca… Hepsi rahmetli olmuşlar. Ganita’nın etrafını taşlarla çevirmişler, ağaç dikmişler. Ganita, “Güzelhisar” demek… O zamanlar henüz sahil yolu yok, her şey doğal. Sıra sıra kayalar… Tombul Kaya, Başkaya, Sofra Kaya, Viya Kaya… Bu isimleri sayarken sonunu şöyle bağlardım. “Rahmetli oldu bizim Deli Kaya…” Ganita, Trabzon için çok özel bir yerdi. Hanımefendiler beyefendiler… Dedem, kravatsız dışarı çıkmazdı.
Bahaaettin Kabahasanoğlu: Okur, Ceyhan Abisinin bu memleket sevgisinin kaynağını merak ediyor. Nasıl doğduğunu…
Ceyhan Murathanoğlu: Babam milliyetçi bir insandı. Trabzon’da ilk Demokrat Parti Ocağını o kurdu. Şöyle bir tespitim var. Demokrat Partililerin çocuklarının çoğunluğu milliyetçi ve ülkücü oldu. CHP’lilerde ise bu oran biraz daha az gerçekleşti. Bize, rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş, İstanbul’da şöyle söylemişti. “Eğer CHP, altı oktaki milliyetçilik okunu çıkarmasaydı, ben MHP’yi kurmazdım.” Çünkü o da CHP’liydi. Beni en çok üzen durum, o yıllar, kardeşi kardeşe kırdırma yıllarıydı ve bizler de bunun farkındaydık. Rahmetli Türkeş ve Ecevit, memleket aşığı devlet adamlarıydı. Başbuğ’un cenazesinde, Ecevit’i, tabutunun yanında gördüm, gözleri dolmuştu. Onlar, büyük devlet adamlarıydı.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Ganitalı Ceyhan, İlkokulu İskenderpaşa’da bitirdi, Ziraat Bankası’nın arkasında, bugünkü Trabzonspor mağazasının yerinde… Bir yangın olayı var.
Ceyhan Murathanoğlu: Birinci sınıftayız, hoca yangın konusunu işliyor. Tam da o sırada soba devrilmesin mi? Herkes kaçan kaçana, ben hemen dolu kovalardan birini alıp sobaya döktüm. Çok hareketliydim yani. Denizde büyümüşüm, kumsalda salto atıyorum. Bu arada şunu söylemek isterim, bizim kıyı çocukları balık gibidirler, tirsi gibi titrerler. Kale Park’a, Ganita’ya gelenler, bizi o dağ gibi dalgalarda seyrederdi.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Karpuz motorları, eğrisap armut taşıyan motorlar…
Ceyhan Murathanoğlu: Samsun tarafından karpuz motorları gelirdi. Biz, Ganita’dan önlerini keserdik. Bazen içlerine atlardık bazen de onlar bize üç beş karpuz atar, onları kumsalda kırar yerdik. Hopa tarafından da eğrisap armut gelirdi Moloz’a. Deniz bir ganimetti yani… Sel olduğunda kışlık odunumuz çıkardı. Sahil, odun dolardı. Meşhur bir hızarımız vardı, abimle odunları keser keser yakardık. Oduna para vermezdik. Çok ilginç, dalgalardan sonra sahilde para toplardık. Birinci Dünya Harbi’nde atılan gülleleri çıkarır ve satardık. Harçlığımız çıkardı böylece. Balık tut ve sat. Bir gün hiç unutmuyorum, Mayıstı, bir gülle buldum, gülle bulduğumu sandım aslında. Meğerse iskorpit balığıymış. Dikenleri çok kötüdür, dersimi aldım tabi.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Sizi ilk keşfeden hocanız?
Ceyhan Murathanoğlu: İlkokul dördüncü sınıf hocamız Zihni Üçüncüoğlu… Çok değerli hocamızdı, bütün resimlerimi tahtaya asardı. Sonra Ortaokulda da resim en sevdiğim ders oldu. Zühtü Ellezoğlu, Kayhan Keskinok vardı.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Öğretmen Okulu yılları?
Ceyhan Murathanoğlu: Evimiz okulun kıyısında sayılırdı. Fakat ben liseye başlamışım. Bu arada Öğretmen Okulu imtihan sonuçları açıklandı, kazanmışım. Tesadüfen ilk dersimiz de resimdi. Yalnızca kalem ve silgim var. Atölyede sehpalar kurulmuş, bana da bir sehpa verdiler. Hocamız da meşhur Mustafa Beşgen, yanıma geldi, “senin kağıdın nerede” diye sorunca “hocam ben yeni geldim” dedim. Bana bir kâğıt verdi oraya da bir model oturttu. Yirmi dakika süremiz var, hocamız yanıma geldi, şöyle bir baktı, hiç beklemediğimiz bir çığlık attı, atölyeyi terk etti. Ben, çok şaşırmıştım. “Vay be!..” O anki heyecanımı anlatamam. Diğer arkadaşlar koşturdu, kâğıdıma baktılar. Tam o sırada hocamız, yanında okul müdürümüz Ahmet Gürsoy’la sınıfa girdi. “Mustafa Bey, başka yok mu?” “Yok, yalnızca bir öğrenci” diyerek beni gösterdi. Resim yolculuğumuz daha bir hız kazandı. Daha sonra dersimize Mustafa Malkoç girdi, şimdilerde hasta, Allah’ım şifasını versin. Diğer derslerim de iyiydi ama sanki benim işim gücüm resimdi. Sınıf öğretmeni olmuştum, Ayvalı Köyünde… Buraya 13 kilometre mesafede, gidip geldim her gün.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Kanuni resmi?
Ceyhan Murathanoğlu: Para kazandığım işlerden biri… Kanuni İlkokulu Müdürü, “Ceyhan, bize bir Kanuni resmi yapar mısın” dedi. “Yaparım” diyerek çalışmaya başladım. Ardından da Türk Büyükleri… Bu işten 900 Lira kazandım.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi macerası?
Ceyhan Murathanoğlu: İstanbul’a gittim, sınavdayız. Bir desen çizdim, herkes çok beğendi. “Sen, kesin kazanırsın” övgülerini duyabiliyordum. Fakat mülakat kısmı hiç de öyle olmadı. “Nerelisin?” “Trabzonlu.” “Niye bu bölümü seçtin?” “Sanatçı olmak için…” “Ne iş yapıyorsun?” “İlkokul öğretmeniyim.” Bana, iki resim gösterdiler, hemen tanıdım, özelliklerini de anlattım. “Nereden anladın?” “Üslûbunu biliyorum.” İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Hayatımda en tiksindiğim an… Bir utanç vesikası… “Hangi gazeteyi okuyorsun?” “Tercüman…” “Buyur çık.” Kazanmak bir tarafa yedeğe bile giremedim. Fakat daha sonra İstanbul Eğitim Enstitüsü açıldı, en yüksek dereceyle kazandım. Bu Enstitüde daha sonra hoca olarak görev yaptım. Herkesin bir siyasi görüşü vardı ama sanatla siyaset asla iç içe olmamalıydı. Yeteneklere saygı duyulmalı, eşit davranmalı…
Bahaettin Kabahasanoğlu: Ailede başka sanatçı var mı?
Ceyhan Murathanoğlu: Babamın zaman zaman, evdeki kırık sazı çaldığını hatırlıyorum. Çok güzel gazel söylerdi. Maharetliydi babam, bize kayık yapmıştı. Evde hemen her alet edevat var, soba bile yapardı. “Adil Emice, gaz ocağımızın iğnesi kırıldı.” Hemen yapardı. Tesisat ve diğer işlerde de öyle… Yaşlandığında bile boş durmazdı. Olta bağlamasını öğretir, anlatır anlatırdı. Bütün Ganita, olta bağlamasını ve balık avlamasını Adil Emice’den öğrendi. Bahaettin Kabahasanoğlu: Adil Emice ve resim?
Ceyhan Murathanoğlu: Babamın resim yeteneğini hep merak ederdim. Bir gün, “baba, bir resim yapar mısın” diye kalem kâğıt verdim. Bir resim yaptı ki şaşırttı beni. Yıllar sonra Ganitalı Ali Amcanın eşinin sandığından bir Ganita resmi çıktı, babama aitti. Evde patates ve soğan koyduğumuz yerde bir arkadaşının şiirlerini bulduk. Annem, sobayı tutuşturmuş yıllarca o kağıtlarla…
Bahaettin Kabahasanoğlu: Babanız, matematiğe ağırlık vermenizi istemiş.
Ceyhan Murathanoğlu: Evet… Fakat ben, hemen her gün bir resim çizerek devam ettiriyordum yolculuğumu… ne zaman ki liseler arası yarışma yapıldı ve 300 Lira ödül kazandım. O zaman babamın maaşı 150 Lira… 200 Lirasını babama verdim, 100 Lirasıyla da boya filan aldım. Babam baktı ki bu çocuk resimle yürüyecek, bu işten ekmek yiyecek…
Bahaettin Kabahasanoğlu: Çocukken hangi meslekler vardı hayalinizde?
Ceyhan Murathanoğlu: İstihbaratçı olmak istemiştim. Fakat yurt dışında… Sonra her kıyı çocuğu gibi kaptanlık… Baktım ki bana göre değiller… Bu kez “müzik” dedim, olmadı. Yüzüyorum, koşuyorum, futbol oynuyorum, iyi de nereye kadar? Kırk yaşımda salto atamazdım ama yetmiş yaşıma geldiğimde resim yapabilirdim.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Ganitalı Ceyhan ve siyaset?
Ceyhan Murathanoğlu: Siyaseti hiç sevmedim. Hep şunu söylemişim. “Sultan Galiyev gibi Türkçü Komünist ol, ben de senden olayım”. Rahmetli Türkeş, bize dava adamı olmayı öğretti. “Önce insan olun, sonra dava adamı.” Ben, kimsenin adamı değilim, dava adamıyım.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Sol ve milliyetçilik üzerine görüşleriniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Solcu arkadaşlarımı da milliyetçi olarak görürüm. Fransız solcusu Fransız milliyetçisi… Alman solcusu Alman milliyetçisi olabiliyorsa… Türk solcusu neden Türk milliyetçisi olmasın? Siyaset çok çirkinleşmişti bir ara… Kardeşi kardeşe kırdırıyorlardı. Allah’a şükürler olsun ki bugün, gerçek ülkücü, gerçek sosyal demokrat ve gerçek Atatürkçüler kucaklaştık. Tek dava var: “Türk Milletinin bekası ve Atatürk sevgisi…” Bu milletin adı Türk milletidir ve bu milleti oluşturanların hepsi kardeştir. Çatı, Türk milletidir. Başka bir tarifi mümkün değildir. Şimdi hemen herkes “ben de milliyetçiyim” diyor.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Milliyetçiliği, yeniden yükselen bir değer olarak görüyor musunuz?
Ceyhan Murathanoğlu: Her zaman yükselen bir değerdi zaten. Spor karşılaşmalarına bir göz atalım. Bölgesel, ulusal ya da uluslararası… Milli takımımız, rakibini yendiğinde nasıl da bir uçtan bir uca dalga dalga yayılıyor sevincimiz, heyecanımız? Bu da bir milliyetçiliktir işte. Bu dünya herkese yeter, fakat rahat durmuyor ki insanlar. Bu Türkiye, yedi Türkiye daha bakar. Yeter ki iyi insanların, iyi idarecilerin elinde olsun. İç dinamiklerimize dönmediğimiz sürece işimiz çok zor. Ziraat, sanayi ve hayvancılık… Borçlarla bu ülke yönetilmez, bir adım ileri gitmez. Bunu söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Ganita Projesini biliyorsunuz. Neler söylemek istersiniz?
Ceyhan Murathanoğlu: 500 metrekare yerimiz, içinde evimizle birlikte sahil yoluna gitti. Ganita, benim çocukluğum, her şeyim. Bu yüzden projeyi yakından takip ediyorum. Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Murat Zorluoğlu ile üç gün önce çok yararlı bir görüşmemiz oldu. İki saati aşkın bir sohbetti… Şehrimiz, bölgemiz ve ülkemiz sorunlarına vakıf olduğuna bizzat tanık oldum. Özelde Ganita’yı, genelde ise Trabzon’u konuştuk. Görüş ve önerilerimi ilettim. Ganita’da eski dostlarla buluşmak, projeyi yerinde görmek üzere sözleşip, ayrıldık. Bu arada şunu söyleyeyim, Ganita sahili çok güzel olacak. Bu yüzden bazı arkadaşlara, Ganitalı olmayanlara, “yaygara yapmayın” diyorum. “Her şeye karşı çıkmayın. Doğru gidiyor Ganita.” Benim mahallem çünkü. Sadece “burada bir kayıkhane yapmayın” diyorum. Yedi göbek Ganitalı olan biri, birileri isterse oraya bir iki kayık atsın. Fotoğraf böylece tamamlanmış olur. Orayı topluma kazandırmıştı bizim İsmail. Çok para harcadı, ömrünü verdi Ganita’ya. Onun da bilinmesini isterim.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Değirmendere hayaliniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Dünyadaki örneklerde olduğu gibi… Maçka’ya doğru açılmalı, temizlenmeli. Kenarlarında sayfiye yerleri… Tekneler filan… bu şehir için bulunmaz bir nimet. Dünyanın en güzel mesire yerlerinden biri olur. Trabzon’da fabrika mı var? Turizm, işte böyle para basar. Kalepark’tan Boztepe’ye teleferik… Sonra devam etsin öylece… Pek çok projemi henüz Öğretmen Okulunda iken hayal etmiştim. Bahaettin Kabahasanoğlu: Moloz için bir öneriniz var mı? Ceyhan Murathanoğlu: Orası da eski haline dönsün. Deniz, önceleri ta Zağnos Köprüsünün altına kadar girerdi. Yine öyle olabilir. Eskişehir Porsuk Projesini çok beğeniyorum. Sanırsınız bir sahil şehri.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Bir sanatçı olarak toplumsal durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murathanoğlu: Fakir daha da fakirleşiyor. Bir uçurum görüyorum ve “tedbir alın” diye uyarıyorum Ceyhan Abileri olarak. Yüzbinlerce üniversite mezunu işsiz. İşi olanların da çoğu memnun değil. Büyük bir kalkınma seferberliği olsun istiyorum. Bahaettin Kabahasanoğlu: Sanat politikasını nasıl buluyorsunuz? Ceyhan Murathanoğlu: İflas etmiştir, kim ne derse desin. Zaten bu salgın döneminde her şey durdu, sergiler de iyice azaldı, katılımcılar da… Sanatçı olmak zor be kardeşim.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Bir ressam olarak yerel yönetimlerden beklentiniz nedir?
Ceyhan Murathanoğlu: “İtalya’da Floransa ne ise Türkiye’de Trabzon da odur.” Yani Trabzon, Türkiye’nin Floransa’sıdır. Valilere, belediye başkanlarına hep söyledim, söylüyorum. Bu şehre dışarıdan gelen konuklara bir telkâri küçük takunya veriyoruz. Yahut küçük bir kemençe… Bunlar da çok güzel hediyeler. Fakat sanatçıların eserlerini satın alın, hediye edin. Unutulmasın ki “sanat, tutunamadığı yerden göç eder”. Pek çok şehirde arkadaşlarımız kendi imkanlarıyla müze açmanın gayreti içindeler. Çorum’da Resim Müzesi var, Trabzon’da yok.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Adınıza bir Resim Müzesi olsa?
Ceyhan Murathanoğlu: Neden istemeyeyim? Ben, bu şehrin kültür heyetindeyim. Dediler “müze yapacağız”. Dedim ki “kap kacak müzesi mi olacak yoksa sanat müzesi mi”? Müze yapılınca içeri girdim, nefes alamayacak duruma geldim inan ki. Attım kendimi dışarı. Neye bakacağımı şaşırdım. Bu şehirde Resim ve Heykel Müzesi olmasını çok isterim ama kim yapacak? En yakın arkadaşım, eski belediye başkanımız Volkan’a (Canalioğlu) dedim ki… “Volkan, kurban olayım, bir Resim Müzesi…” “Yapacağız” dedi. Öyle bitti gitti. Bizler Selçuklu’yu, Osmanlı’yı nereden tanıyoruz? Eserlerinden, sanatından… Trabzon’da Cumhuriyet Dönemi ilk yapılan bina Vilayet Konağı… Burayı sanat merkezi yapın, Resim Heykel Müzesi yapın. Ya da eski Öğretmen Okulu binası… Yap burayı müze… Zaten öğrencilerinin çoğu uzaklardan geliyor.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Çocuklar ve yetenek diye sorsam…
Ceyhan Murathanoğlu: Yedi kardeşiz, iki erkek, beş kız… Müzik kabiliyeti bende ve iki kız kardeşimde var. Ağabeyim de ressam. Bir de torunum Zeynep Naz… Sergi açtı, resimleri çok beğenildi fakat bir tanesini bile satmadı. İkna edemedik. “Ben, satmak için resim yapmıyorum” dedi.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Geç evlendiniz…
Ceyhan Murathanoğlu: 38 yaşında evlendim. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde okuyorsunuz. Nerede mermi yiyeceğiniz belli değil. 12 Eylül olunca bize de evlenmek düştü. Bu şehirde yetişen pek çok resim öğretmeninin hocasıyım. Oğlum, ilkokul dördüncü sınıfta iken resimde Türkiye üçüncüsü olmuştu, bizi Ankara’ya davet ettiler. Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol’a dedim ki “Sayın Bakanım, ülkemizin pek çok yerinde Güzel Sanatlar Lisesi var, Trabzon’da yok.” “Yer bulun, açalım” demez mi? Hemen bizim Bener Cordan’a söyledim. İlk girişim böyle oldu ve sonradan açıldı. Fatih Eğitim Fakültesinde resim bölümü de açılınca sanatçılarımız çoğaldı. Bir şeyi söylemeliyim, kulakları çınlasın, Faruk Özak kardeşimiz… Eğer görevine devam etmiş olsaydı, Trabzon Resim Heykel Müzesi mutlaka açılırdı. Sanata en iyi bakan kardeşlerimizden biridir. Ben, Öğretmen Okulu Futbol Takımının kaptanı iken o da lisede oynuyordu. Çok güzel maçlarımız oldu. Ben santrafordum, KTÜ ilk kurulduğunda 2-1 yenmiştik onları. Galibiyet golünü de ben atmıştım. Yeniden Faruk Özak kardeşime dönersek… Trabzon Sanatevi’ni o yaptırdı. Allah razı olsun. Sanata en çok kol kanat geren, sanatçıların eserlerini satın aldıran bir sanat dostu. Çalıştaylar da yaptırdı. Şu anda Cumhurbaşkanlığı Etik Kurulu Üyesi. Sanata yeniden destek olabilir diye düşünüyorum.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Sizi, bütün Türkiye “Ülkücülerin Ceyhan Abisi”olarak tanıdı. Ülke sevgisi, milliyetçilik nasıl bir şey?
Ceyhan Murathanoğlu: Türk Milletini sevmeyeni, Atatürk’ü sevmeyeni ben de sevmiyorum. Ülke sevgisi ve milliyetçilik, adeta babadan kalan bir miras gibi… Kumsalda çizdiğim resimlerden tuvallerime yansımış. Bayrak, minare ve deniz… Yaşadığın şehri sevmekle başlıyorsun, sonra diğer şehirler ve uçsuz bucaksız bir coğrafya… Zamanla ruhuna işliyor ülke sevgisi, sözüne tavrına yansıyor, ekmek su gibi hissediyorsun. Olmazsa olmaz yani. Bu yüzden Cumhuriyetle sorunlu insanlara hep mesafeli yaklaşıyorsunuz.
Bahattin Kabahasanoğlu: Trabzon ve demiryolu?
Ceyhan Murathanoğlu: Sadece demir yolu mu? Deniz yolu nerede? Deniz olan şehirde vapur yok. Trabzon gibi bir şehirde bu duruma çok üzülüyorum. Konu hakkında birçok hikâye olsa da siyaset siyaset siyaset…
Bahaettin Kabahasanoğlu: Trabzon ve deniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Eski belediye başkanımız Asım Aykan bir gün sendikamıza geldi, Türk Eğitim Sen’e… “Eğer Belediye Başkanı olursam ne istersiniz?” Dedim ki “Asım Bey, İstanbul’daki gemilerden birini alın, limandan kalksın, Akçaabat’a kadar, belki de daha batıya, doğuya…” Böyle şeyler konuştuk. Sonuç ortada. Eskiden bu şehrin tüm erkekleri yüzme bilirdi, kadınların da çoğunluğu… Ganita’da kadınların yüzeceği günler saatler belliydi. Hiçbir erkek bu saatlerde denize giremezdi. Düşünebiliyor musunuz? 60-70 yıl önce böyleydi kıyılar. O yıllar ayrıca çok bereketliydi, hamsinin kıyıya vurduğu yıllar… Torik, palamut, istavrit… Sahilde batıklar vardı. Ganita önünde 100 metre açıkta… Kefaller, karagözler, barbunlar, istavritler, mavruşgiller… Her akşam tutardım. Bir akşam, hiç unutmuyorum. “Deli Kaya” dediğim arkadaşla 2 teneke mavruşgil tuttum. Eve getirdim, sabah olunca komşulara dağıtırım diye… Sabah kalktım ki ne göreyim? Annem balıkları kumsala atmış, “bu kadar balığı ne yapacaksın” diye. Buralardan yol geçti, batık gemiler kaldırıldı, mağaralar yok oldu. Kıyı balıkçılığı bitti. Kim yaptı bunları? Okumuş yazmış cahiller. Ganita yıkılıp, yeni yol yapılırken duvar yapan mühendislere “kardeşim, burada 4 metre yüksekliğinde dalgalar olur, yaptığınız duvar dayanmaz.” Güldüler. 4 ay sonra bana hak verdiler. Çünkü duvar falan yoktu ortada. Oysa bin yıldır eski duvarlar hâlâ ayaktaydı.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Trabzon için bir hayaliniz var mı?
Ceyhan Murathanoğlu: Trabzon, 1960 yılında sahil yolu geçtiğinde bitmiştir. Şehrin evlatları burayı terk ettiler. Şehirli olabilmek öyle kolay değildir, hemen şehirli olunmaz. Yine geldik aynı konuya. Ülkücülük de öyle kolay bir şey değil. Şehir ülkücüsü olmadığı sürece bu ülkücülük milliyetçilik yaşamaz. Köylerden gelen arkadaşlarımın hemen hepsi çok muhterem, mert insanlar fakat şehirli ülkücü de gerek bu ülkeye, şehirli. Bir şey daha… Şehirdeki çöp kutularına trafolara resim yaptırıyorlar. Trabzon’da resim, çöp kutularına kadar düştü mü? Milli manevi değerleri buralara yapacağınıza meydan meydan proje yapın ya… O çöp kutuları ve trafoları da şehrin renkleri ile boyayın. Peştemallı kadın ne arıyor çöp kutusunda? Sorun bize kardeşim, sorun. Yazık günah değil mi? Tarihi tabloların çöp kutusunda, trafoda ne işi var?
Bahaettin Kabahasanoğlu: Taksim Park’ın yukarısındaki üst geçit?
Ceyhan Murathanoğlu: Boztepe yokuşunu niye kapatıyorsun kardeşim? Oraya dev gibi viyadük koymuşsun. O güzelim alanı öldürmüşsün. Ucube bir şey, şehre hiç yakışmıyor. Taksim Meydanı ve çevresindeki çalışmaları ise çok güzel buluyorum. Fakat genelde şehre baktığımda şöyle diyorum: “Şehri delik deşik ettiler.” Yine söylüyorum, Değirmendere’yi temizleyip, yukarılara kadar açmak lâzım. Çok güzel bir mesire alanı çıkar ortaya. İnsanlar kayıklarla gondollarla gezerler. Değirmendere, Trabzon’a hayat versin.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Trabzonspor iyi gidiyor, “o sene, bu sene” diye bir tablo yapmak ister misiniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Trabzonluyuz, Trabzonsporluyuz fakat Trabzon yokken tuttuğum takım Galatasaray. Futboldan zevk alan bir insanım. Öğretmen Okulunda futbol takımı kaptanıyım, 9 numara oynuyorum. İdmangücü gördü, çok beğendi ve 500 liraya transfer etti. Çim sahadayız artık, bana sol açıkta bir yer verdiler. Devre bitti, ayağıma top değmedi, yeni futbolcuyum diye pas vermiyorlar. Çok canım sıkıldı, orta sahadan topu kaptım, 3 kişiyi geçtim ve golü attım. “Çalım yok” dediler. “Tek pas, tek pas…” Derken, çok sert girdiler, sakatlandım. Dedim “Allahaısmarladık, ben Ganita’ya dönüyorum, bir daha aramayın.” Yüzmeye devam ettim. Hakem olsam, tüm kasıtlı hareketlere kırmızı kart verirdim. Çünkü onun ekmeği o. Bu arada, Trabzonspor çok iyi gidiyor. Hakemler de şimdi gayet normal. Haksızlıklar beni çok üzüyor, milli maçlarda rakibimize bile haksız yere kart gösterilse aynı tepkiyi veriyorum. Rakiplerimize değer veriyorum, meselâ Fenerbahçe… Onların sayesinde dünya futbol devlerini izledim. Olaya böyle bakıyorum. Trabzonluyum, Trabzonsporluyum fakat en yakın komşum kim? Rize. Rize’yi tutarım, Giresun’u tutarım, Erzurum’u, Samsun’u, Sivas’ı tutarım. 4 yıl çalıştım orada.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Futbolcu ve antrenör olarak Ünal Karaman hakkında neler söylemek istersiniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Ünal, futbola yeni bir heyecan kattı. Daha önce şeref tribününe dönüyordu futbolcular. Kardeşim, orada bir bayrak dalgalanıyor, oraya döndürsene çocukları. O başlattı bu hareketi. Bak, Göztepe’den ayrıldı ama bayrağa dönme tavrı devam ediyor. Çok sayıda üniversite öğrencisine burs vermiştir, kimse bilmez. Trabzon’da onu harcadılar, Rize’de ve Göztepe’de… Trabzon’da oynadığı ve teknik direktör olarak çalıştığı yıllarda sık sık uğrardı atölyeme. Dolu dolu bir insan. Sağlam bir Türk Milliyetçisi…
Bahaettin Kabahasanoğlu: Fenerbahçe maçında sahaya konan bir Mustafacık Kuşu…
Ceyhan Murathanoğlu: Maç başlamadan önceydi. Kızılgerdan, biz “Mustafacık” kuşu diyoruz. Sahaya kondu mu, çimin üstüne? Ben de çektim mi fotoğrafını? Sonra resmini yaptım, tarih 17 Ekim 2021 Pazar. İşte bu Mustafacık Kuşu Trabzon’a şans getirdi. Tabloyu müzeye koymaları için teslim ettim.
Bahaettin Kabahasanoğlu: Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ceyhan Murathanoğlu: Trabzon, yüzölçümü küçük ama kültürü çok büyük bir şehir. Fakat sadece Trabzon kültürü değil Türk kültürü de yok olmaya başladı. Bütün dünya Türk Milletini ve dolayısıyla İslam’ı da bitirmenin peşinde. Rahmetli Ahmet Arvasi Ağabey Türk-İslam Ülküsü’nün yazarıydı. “Dünyanın neresine giderseniz gidin, size ırkınızı sorarlar. ‘Türk’ dediğiniz zaman, ‘zaten Müslümansınız” derler. Tekrar Trabzon’a dönersek…
O güzelim kültüre…
Her evde ud vardı, bağlama, keman…
Rahmetli halam ud çalardı. Tanıdığım onca insan…
O kültür kaybolmuş şimdi. Sanatçılara bakış bile değişmiş. Bazı şeyler tanınmaz hale geldi. Resim sanatı yeniden eski havasına kavuşur mu diye bir soru gelir aklıma… Millet şimdi geçim derdinde. Yazılı ve görsel basın ciddiyetini kaybetti diyebilirim. Doğru yanlış birbirine karıştı. Geçmişe ait çok söyleyeceklerim var ama bizler geleceğe bakacağız. Bu milleti nasıl kalkındıracağız? Bunun da ortasına sanatı koyacağız
. Atatürk’ün sözünü hatırlayalım:
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Sanat sadece resim değil; mimari, müzik, edebiyat… Türk Milletini kimse topla tüfekle yıkamaz. Fakat elimizden gerçek İslam’ı aldıklarında, kültürümüzü bitirdiklerinde… Her şeyimizle oynadılar, bozdular. Özellikle öğretmenlerimizde bir duruş, bir bakış olmalı, yakışan bir kıyafet… Kavramlarla sürekli oynar, onları bozarsanız yok olur gider her şey. Talim ve Terbiye, Milli Eğitim oldu. Yani terbiye kalktı. Ne zaman ki Öğretmen Okulları kaldırıldı, o zaman daha bir bozuldu sosyal yapımız. Öğretmen de bitti, eğitim de. Gençlere tavsiyem şudur: Dürüst olsunlar, vatanı, milleti, bayrağı çok sevsinler, ezan sesinden rahatsız olmasınlar, bizim İslamî simgemizdir o. Bu toprak için yine bu yaşta ölürüm ama hep biz mi öleceğiz? Hep Ülkücüler mi ölecek? Hep bizim çocuklar mı şehit olacak? Herkes taşın altına elini koysun. Belediyelere, bakanlıklara personel alırken ülkücüleri, milliyetçileri de düşünsünler. Sadece özel harekât ve polis alırken değil.